Markaları ismiyle özdeşleştirmeyi seven bir milletiz, gündelik hayatımızda birçok ürünü bu marka adlarıyla dilimize aldık ve kabul ettik. Böyle bir marka olan Fibrobeton ile bizim tanışmamız 2000’li yılların başında oldu. Endüstrileşme ile daha çok sanayi yapılarında gördüğümüz prefabrik yapı ürünlerini, FİBROBETON® ile daha ince kesitler, daha estetik görünüşler, daha mühendisçe ama daha çok mimarca çözümleriyle tanıdık. O kadar güzel bir yere konumlandı ki, hayal edilenin bir üstü hep sunuldu o beton kalıplarda.
Kaba yapı malzemesi dediğimiz, sıvayarak sakladığımız grilikten, sanat yapılarında, yolda, köprüde, barajda kurtularak astık binalarımızın cephelerine. Farklı işlevleri olan binalarımızda yeri geldi saçak oldu, yeri geldi cephe yüzeyi oldu; peyzajımızda saksı oldu. Bazen taş, bazen ahşap, bazen de şeffaf olarak çıktı karşımıza. Hiç yarışmadı binanın formunu oluştururken diğer malzemelerle. Ağırlığı ile hem suskun hem sakin bir biçimde izledi kendine münhasır bir duruşla. Biz çeyrek asra yakın süredir, cephe işlerinde formun zorlandığı, hayal edilen ve istenen cephelerin daha iyi çözümlerle ortaya çıkmasını istediğimizde hep prekast ürünleri ve Fibrobeton’u doğru adres bildik.
Teknik alt yapısı dolu, her iklim koşuluna dayaklı, zamansız bir malzeme ve çözümler sundu. Bilgi işleme teknolojileri günümüzde hızla gelişiyor. Yapım metodolojisi, tüm disiplinlerin dahil olduğu, sanal gerçekçiliğin giderek arttığı bir dünyada olacaktır. Yerinde imalat, sahada üretim gibi metotların yerine, kontrollü ön imalatların tercih edildiği bir dünyada, alt yapı hazırlıkları her iş disiplininde bu dönüşümün gerçekleşmesine sebep olacaktır. Gelecekte mimari kabuk, dördüncü cephe dediğimiz çatısıyla birlikte çözülen ürünlerle elde edilecek, yazılım teknolojisi gelişimleri ile daha zor formlar, daha kısa sürelerde gerçekleşecek fakat bir o kadar da, ekonomik olmayan çözümlerin sunulacağı bir dünyaya doğru gittiğimiz de aşikar. Bunlar daha çok enerji, daha çok doğal kaynak tüketimi ve küresel ısınma sonucunda bizleri daha zor koşullarla karşı karşıya bırakacaktır.
Hayal ederim ki Ludwig Mies van der Rohe’nin “Az çoktur” ilkesi ile daha sade, daha çevreci, ama bir o kadar uzun ömürlü, yaparken ve yaşarken yormayan yapılar inşa edebilelim.